Yoksa Siz Halâ Dip Mi Çekiyorsunuz?
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir
Bitki toprağı buna bende şahidim. Ancak azot ve karbon hiç derdim olmadı.
Azot ve karbon bitkiler tarafından emilim yapılması için ancak bakteri kültürü yeterli olduğunda bu olabilir yani bitki azotu ve karbonu direkt alamıyor. Siz azot ekledim diyor ve sağlıklı bakteri kültüründen bahsetmişsiniz bunu anlayamadım.. Sağlıklı bir bakteri kültüründe bitkiler neden azot emilimi yapamadı ve siz ekleseniz de bunu bitkiler direkt alamazlar...Bendeki bilgi bu anlamadım..Açar mısınız?
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir
Bitki toprağı buna bende şahidim. Ancak azot ve karbon hiç derdim olmadı.
Azot ve karbon bitkiler tarafından emilim yapılması için ancak bakteri kültürü yeterli olduğunda bu olabilir yani bitki azotu ve karbonu direkt alamıyor. Siz azot ekledim diyor ve sağlıklı bakteri kültüründen bahsetmişsiniz bunu anlayamadım.. Sağlıklı bir bakteri kültüründe bitkiler neden azot emilimi yapamadı ve siz ekleseniz de bunu bitkiler direkt alamazlar...Bendeki bilgi bu anlamadım..Açar mısınız?
[/QUOTE]
Beğenenler: [T]228792,anilcanmutlu[/T]
+1: [T]228792,anilcanmutlu[/T]
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir
Beğenenler: [T]228792,anilcanmutlu[/T]
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir
çok naziksiniz uğraşmanız cevap vermeniz bile size soru sormama engel oluyor..
affınıza sığınarak..
Lakin hala anlamış değilim özür dilerim..
azot bitkilerce doğrudan benim okduğum bilimsel yazılarda alınamayacağı şeklinde..
karbon içinse genlede kömürleşmiş malzemeler ve besin içinde kil kullanılırken neden bu rislik olan üre ekleme yani hayvansal katkı yoluna gittiniz. ki tekrar edeyim azot direk alınamazken.. (Bilimsel kaynaklara göre) Buna karbon da dahil..
bizler tabanı hazırlarken genelde toprak, kil, kömür parçacıları vb.. malzemeler kullanıyoruz. Sizde kullandığınız için tabanda kullanılan toprak zaman içerisinde bitki dikimleri yer değiştirmeleri neticesinde azda olsa problem çıkatmakta,
sorum şu ki ;
İlgilendiğiniz için soruyorum.. taban bitkisi şayet baktıysanız.. dipte oluşan tortu zamanla bitkileri bozma yolunda eğilim göstermeye başlıyor samanla yumak bitkilerin iç bölgelerinde bu bahsi geçen bitki öyle bir avuç eğilde top kadar hayalinizde canlandırınız. özellikle gövdeli bitkilerinde alt yapraklarında bu sorun sizde de oldu mu.. Dip çekimi yapmadığınız süre içerisinde..
Ben şunda gerçekten hemfikirim.. Taban akvaryumun en önemli kısmı filtreden bile çok çok önemli.. Bunu okumadım sadece gözlemledim.. Lakin tabanın en üst ince bir cm lik kadar kısmını 6-8 ay civarı karıştırmadan ve pislik çekmeden sürekli su kalitesi bozulma zaman aralıkları kısaldı yani ufak bir filtre kullanıyorum içinde de sadece bir avuç lav kırığı ve elyaf var diyeceğim bu elyaf taban temizliğini yaptığımda bir hafta hatta ilk zamanlar iki hafta giderken belirttiğim süre sonunda filtre iki günde çok daha pis yani sadece elyafı iki yıldır lav kırıklarına dokunmuyorum.. işte bu elyaf pisleniyor ve su rengi değişmeye başlıyor.. anlıyorum ki taban temizlenmeli.. siz bu sorunla nasıl başa çıktınız.. yada sizde de oldumu? Cevap yazarsanız memnun olurum. Konuya girişimde yaz boyunca tabanı çekmediğimi ama akvaryumun su kalitesinin çok bozulduğunu ki tabanı aşa yukarı ocak ayından bu yana ellememişitm. inanırmısınız ışıkların yansıması bile taban değmiyordu su tortusuz ancak kalitesi bozuk.. Bilmem anlatabiliyor muyum yani sorumda anlamadığınız yerleri lütfen sorunuz tekrar...
Tekrar teşekkürler..
Mahmut Tuna bey;
Bahsi geçen firmaların dip çekim aletlerininde olduğunuda hatırlatmak isterim.
Ayrıca yine bahsi geçen firmaların kaba pislik biyolojik filtre konusunda çok çeşitli malzemeleri bulunmakta..
O zaman neden eskiden taban filtreleri vardı yani tabanın altına serilen onlar bitki köklerini yıkadıklarından vazgeçildi..
tabii tartışılabilir yani neden tabana değilde neden böyle yöneldi firmalar..
firmaları açıkçası çok samimi bulmuyorum.
Çünki ticari bir kaygı var ortada. O yüzden bana göre sattıkları malzemeler örneğin bir seranın akvaryum lambası balansıyla kaça mal oluyor. ama aynı işi göreni çok daha ucuza yok mu?
Seranın bakteri kültürü hala tartışılır.. filtre iç malzemeleri
burada güzel bir örnek vermek isterim bu firmalar bir süre sonunda ki 6 ay malzemenin yarsını yenileriyle değiştirin diyor. İşte tabanda da bu ölen baktei kültürü zamanla bana göre kaliteyi bozuyor. Bunun aralığı ise 8 ay yine bana göre tabanın alttan 1 cm lik alanı asla müdahale edilmeyecek tek alan ama onur beyde katmanlarla uğraştığından mutlaka bilecektir..
bu bir cm lik alan asla ışık almamalı işte o yüzden çoğu kişiye şimdi hagen kum tuzakları kuruldu. yaptığı iş sadece ışık geçirmemesi, Tabii bunlar tartışılır yani bunlar benim gözlemlerim ve sadece kişisel fikirlerim..
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir
çok naziksiniz uğraşmanız cevap vermeniz bile size soru sormama engel oluyor..
affınıza sığınarak..
Lakin hala anlamış değilim özür dilerim..
azot bitkilerce doğrudan benim okduğum bilimsel yazılarda alınamayacağı şeklinde..
karbon içinse genlede kömürleşmiş malzemeler ve besin içinde kil kullanılırken neden bu rislik olan üre ekleme yani hayvansal katkı yoluna gittiniz. ki tekrar edeyim azot direk alınamazken.. (Bilimsel kaynaklara göre) Buna karbon da dahil..
bizler tabanı hazırlarken genelde toprak, kil, kömür parçacıları vb.. malzemeler kullanıyoruz. Sizde kullandığınız için tabanda kullanılan toprak zaman içerisinde bitki dikimleri yer değiştirmeleri neticesinde azda olsa problem çıkatmakta,
sorum şu ki ;
İlgilendiğiniz için soruyorum.. taban bitkisi şayet baktıysanız.. dipte oluşan tortu zamanla bitkileri bozma yolunda eğilim göstermeye başlıyor samanla yumak bitkilerin iç bölgelerinde bu bahsi geçen bitki öyle bir avuç eğilde top kadar hayalinizde canlandırınız. özellikle gövdeli bitkilerinde alt yapraklarında bu sorun sizde de oldu mu.. Dip çekimi yapmadığınız süre içerisinde..
Ben şunda gerçekten hemfikirim.. Taban akvaryumun en önemli kısmı filtreden bile çok çok önemli.. Bunu okumadım sadece gözlemledim.. Lakin tabanın en üst ince bir cm lik kadar kısmını 6-8 ay civarı karıştırmadan ve pislik çekmeden sürekli su kalitesi bozulma zaman aralıkları kısaldı yani ufak bir filtre kullanıyorum içinde de sadece bir avuç lav kırığı ve elyaf var diyeceğim bu elyaf taban temizliğini yaptığımda bir hafta hatta ilk zamanlar iki hafta giderken belirttiğim süre sonunda filtre iki günde çok daha pis yani sadece elyafı iki yıldır lav kırıklarına dokunmuyorum.. işte bu elyaf pisleniyor ve su rengi değişmeye başlıyor.. anlıyorum ki taban temizlenmeli.. siz bu sorunla nasıl başa çıktınız.. yada sizde de oldumu? Cevap yazarsanız memnun olurum. Konuya girişimde yaz boyunca tabanı çekmediğimi ama akvaryumun su kalitesinin çok bozulduğunu ki tabanı aşa yukarı ocak ayından bu yana ellememişitm. inanırmısınız ışıkların yansıması bile taban değmiyordu su tortusuz ancak kalitesi bozuk.. Bilmem anlatabiliyor muyum yani sorumda anlamadığınız yerleri lütfen sorunuz tekrar...
Tekrar teşekkürler..
[/QUOTE]
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir
Açılan konuya olumlu olumsuz yorum yapan
herkese diyorum ki; konu aslında çok güzel ve tartışılan şeyler çok faydalı!
Burada bir sonuca varmak değil önemli olan paylaşımlardan herkesin kendine bir ders
çıkarması yol belirlemesi, kendini geliştirmesi, araştırması ve öğrenmesi. Konu
şuna döndü, sen haklısın, yok ben haklıyım. Bu üsluplar konuyu soğutuyor.
Olması gereken birisi bir şey söyler diğeri bunu çürütür ve ya destekler ama
bilimsel ve saygı çerçevesinde. Ben böyle yaptım ben böyle duydum, gördüm, ben
yaptım oldu değil! Şu meşhur İsveçli bilimli adamları var ya herşeyi
araştıran:), bir dönem derler çok su için çok faydalı, sonraki sene derler az
için çoğu zararlı. Hep de aşırı bilimsel verilerle bunu kanıtlarlar. Sizlerden
ricam güzel bir konuyu yıpratmayalım! Bu forumun eski bir takipçisi olarak
katılımcılardan ricamdır.
Kimse demiyor ki bu yöntem hobinin
kaderini değiştirecek, burada çıkan sonuca göre artık herkes dip çekmeyi
bırakacak veya her gün dip çekecek! Kime ney mantıklı geliyorsa onu yapmaya
devam edecek! :) Herkes yaptığı iş veya ilgi alanları (uzmanlığı) doğrultusunda
bir şeyler yazmış, yazacakta. Bişeyler yarıştırmaya gerek yok kanımca.
Konu ile ilgili şöyle bir soru
ileteyim; cevapları umarım faydalı olacaktır.
Hep şu konuşuldu su kalitesinin balıklara
etkisi. Balıkların içinde bulunduğu su sadece No3, Nh2, Nh3, kh, gh, ph den
ibaret değil. Ölçe bildiğimiz değerler uygun diye bu sisteme onay vermek
doğrumu? Ya ölçemediğimiz değerler? Sonuçta yaşayan bir sistem var, zaman
içinde suda birçok değer azalacak birçoğu artacaktır, bunlar sadece balıklardan
kaynaklı demek doğru değildir. Bunların
balıklar üzerinde uzun vadede etkisi ne gibi olacaktır. Su değişimleriyle bunu
tolere edebilirmiyiz. Cevabı ‘’evet’’ de olsa bunlar hep deneme yanılma yöntemi
ile deneyimlerin aktarılmasıyla cevaplandı. Konu ile ilgili, değişen su
parametreleri ile ilgi bu sistemin balıklar üzerindeki etkisi ile ilgili
yapılan yerli yabancı bir makale ve ya araştırma varmı? ( varsa gerçekten çok
faydalı olacaktır.)
Diğer bir sorun veya sorum;
Balıklar için en önemli olan şey sabit bir
standart ı tutturmak ve buna devam etmek ( devamlı su değişimi ve/veya devamlı
su parametelerinde ki değişimler de bir standarttır ). Bu sistem sanki
stabilitesi zor bir sistem gibi duruyor çünkü hedef yaşatılmak istenen şey
mikro organizmalar. Herşey yolunda giderken istemediğimiz bişey oldu elektrik
gitti uzun süre müdahale edemedik en basiti sıcaklık değişimi, buna bağlı
oksijen değişimi, buna bağlı ph değişimi buna bağlı olan şeyleri uzatmak
mümkün, birbirine bağlı olan ve etkileyen şey çok, balıkların bu değişime
tepkisi? Şahsen bu su şartlarında uzun süre yaşamış bir balık da otopsi yapmayı
çok isterdim ( küçük bir nakropsi bile yeter)
Su zaman içinde içerdiği elementlerden
yoksun kalmayacakmıdır? Misal sadece ve devamlı olarak RO dan çıkan saf su
içmek bir insan için ne kadar sağlıklıdır? Demek istediğim kısaca şu, ölçebildiğimiz
ve istemediğimiz su parametreleri ’’0’’ çıkıyor, su çok berrak diye herşey
yolundamı? Balıklarda uzun vadede böbreklerde, solungaç kapillerinde ( suda
bulunan tortulardan dolayı, veya partiküllü sularda solungaçlardaki mukus
miktarı artar, oksijen geçirgenliği, kandaki oksijen miktarı vs ne olur) yani
bilimsel demogojiye gerek yok J balıklarda ne gibi bir etki yapar acaba? Doğadan örnek fotoğraflar eklemeyin açık sistem sonuçta.
Konu biraz hassas gittiği için açıklama
ihtiyacı duyuyorum, amacım herhangi bir metodu haklı çıkarmak, diğerini yermek
değil saygılı bilimsel tartışmanın keyfini çıkarmak, kimse üstüne alınması
polemik yapmak isteyen kişiler lütfen muhattap olmasın.
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir
Bu konuyu açarkenki amacım her yerde alenen önerilen ve değişmez gerçeklik olarak kabul edilen, nispeten tanrısallaştırılmış nispeten de kutsanmış olan bu vaziyeti eleştirmektir. Nükteli bir ifade dizisi kullanılmış, kimse ile alay edilme gayesi güdülmemiştir. Hiçbir zümre ya da taraf söz konusu olmadığı gibi sadece uygulayanlar ve uygulamayanlar olarak konuya katkıda bulunulmuştur. Kişisel amacım doğrultusunda kati suretle haklı çıkmak veyahut bir görüşü dikte etmek söz konusu değildir. Böyle anlaşıldıysa affola.
Balık olsun, insan olsun veya başka yaşayan bir organizmadan bahsedelim; esasında hepsi oldukça karmaşık biyolojik süreçler eşliğinde yaşamını sürdürüyor ve bizim henüz bildiklerimizin yüzdelik dilimde nereye tekabül ettiğini anlamlandırabilmek oldukça zor. Bu nedenle her iki tarafın da bildiklerini tartmak konusunda mütevazi olması gerekmektedir.
Söylediklerinizin çoğuna katılıyorum. Şu an hobi genellikle ölçülebilen değerler üzerinden yorumlanıyor. Oysaki suda bunun yanında çok önemli işlev gören ara organik maddeler var. Evet oksijen, pH, redoks potansiyeli, organik madde miktarı ve sayıp sayamadığımız daha birçok parametre su yaşamında aktif rol oynuyor. Bunları yalın olarak ele aldığımızda sudaki etkilerini tahmin edebilmek daha kolay fakat ikili, üçlü ve hatta sonsuz sayıdaki kombinasyonlarındaki etkiyi bilebilmek, hesaplayabilmek imkansız. Lakin böyle bir hesap yapmamıza zaten gerek yok. O halde bilim çok ilerleyene kadar(kime göre neye göre ileri?) ölçemediğimiz parametreler için yas mı tutalım? Elbette hayır.
Sizin bahsettiğiniz gibi bilim adamları fırtınıda sallanan gemiler gibi bir o yana bir bu yana gidiyor. Tıp camiasında da oldukça fazla ekol ve çalışma var. Birbirine taban tabana zıt bir çalışmaya denk gelmemek yağmurda koşup ıslanmamayı ümit etmekle aynı olasılığa sahip. O halde doğru olan nedir? Doğru olan doğanın işleyişidir. İnsanların pozitif bilim adını verdikleri deneysellikle süslenen bilim dayanak ve hedeflenen doğrultusunda işlemektedir. Seçtiğiniz farklı dayanaklar ve gitmek istediğiniz farklı hedefler olduğunda sonuçlar değişebilir. Bu nedenle sanki labirentin çıkışı yokmuş gibi görünür. Fakat doğada her zaman bir çıkış vardır.
Yine ilaç biliminden örneklendirecek olursak, bana göre ilaç bilimindeki en sığ görüş tek etken madde ile işleyişi değiştirmeye çalışmaktır. Bu aynı bitkiyi karanlık bir dolapta tutup sadece su vermeye benzer. Doğadaki ahenk ilaçlar içerisinde yoktur. Çünkü bu ahenk hesaplama ile oluşturulamaz. İster evrim denilsin, ister yaratılış ya da başka bir şey, bu ahenk bir şekilde var olmaya devam ediyor.
Diyeceksiniz ki konumuzla ne alakası var bunların? Bence çok bağdaşık ilişkiler var. Örneğin elimizde bir organik madde yumağı(ölü bir hayvan gibi atıktan bahsediyorum) var. Birkaç senaryo mümkün.
1- Açık havada bıraktık. Sonuç: Eğer tüketilmez ise çürüyecektir. Bu çürüme sonrası etrafa kötü kokular yayılabilir ve aslında besin döngüsü içerisinde nispeten kirlenmişlik yaratır. Patojenlerin sayısı artar ve özel silahı olmayan canlılar tarafından tüketilmesi sakıncalı olur. Tüketilmediklerinde hastalık yayarlar.
2- Suya bıraktık. Sonuç: Yine tüketilmediğinde hızlı bir kokuşma olacaktır. Üstelik yeterli nem olduğu için bozulma süreci oldukça hızlı olur. Burada da benzer senaryolar geçerli.
3-Toprağa(İçerisine) bıraktık. İşte doğadaki en akıllı dönüşüm merkezi budur. Maddelerin başlangıç noktasına dönmesinden bahsediyorum. Yani tam bir organik madde dönüşümü ancak toprakta vb. yerlerde karanlık fermantasyonun hakimiyetinde gerçekleşir. Karanlık fermantasyon haricindeki dönüşümler sadece maddelerin daha zararlı ya da daha az zararlı formlara dönüşümünü teşvik ederken karanlık fermantasyon H2S'yi hidrojen ve kükürte, NH3'ü azot ve hidrojene ayrıştıracaktır. Buradaki bahsettiklerim elbette sadece örnek olsun diye verilmiş olan ve bizim sıklıkla adından bahsettiklerimiz. Yoksa tabii ki oldukça fazla reaksiyon gerçekleşmekte. Başlangıç noktasına döndürülen elementlerin yanında birçok organik madde oluşmaktadır. Bunların popüler ve yüzde olarak en anlamlı olanları keşfedilmiş durumda. Bildiğiniz üzere humik ve fulvik asit bunlardan bazıları.
Biz de tabanı bu şekilde organize ederek toprakta meydana gelen karanlık fermantasyon döngüsünü akvaryumlarımızda oluşturuyoruz. Aslında durum bu kadar basit.
Elementlerden yoksun kalmamaları için zaten su değişimlerinin ve su ilavelerinin doğru olduğunu söylüyoruz. Konu "Su değiştirmeyin." şeklinde bir önerme içermiyor. Sistemin verimi ve sağladıkları sayesinde neredeyse hiç değiştirilmeden çok uzun süreler idare edilebildiğini bildiriyoruz. Yani aksi durumdaki sistemlerde bu kadar uzun süre idare edilemez iken bu sistemler bunu bize sağlıyor.
Yine karanlık fermantasyon neticesinde sudaki serbest organik madde miktarı dramatik olarak düşük olduğundan BOİ(Biyolojik Oksijen İhtiyacı) da düşük düzeyde kalmaktadır. Bu da sistemde balıklara düşen oksijen miktarını oldukça artıran bir hadisedir. BOİ ve hatta KOİ(Kimyasal Oksijen İhtiyacı) yüksek olması balıkları; bizim savunduğumuz sistem gibi fakat suyu durgun olan sistemlerden daha fazla oksijen açlığına sürüklemektedir. Bunu şuna benzetebiliriz, ormanlarda solunan hava daha yarayışlıdır ancak atmosferin durumu neticesiyle aslında yüzdesel oksijen miktarı hatırı sayılır oranda etkilenmemektedir. Buradaki asıl değişiklik havadaki kirlilik azalmasından kaynaklanmaktadır.
Elektrik kesildiğinde her iki sistem için de problemli bir durum oluşuyor. Asıl bu gibi mahrumiyet durumlarında bizim sistemlerimiz gibi karanlık fermantasyona tabi sistemler daha uzun süre ayakta kalabilir. Diğer sistemler daha çabuk yenik düşecektir. Çünkü, bizim sistemlerimizde mikroaerofilik ve anaerobik mikroorganizmalar daha baskın olarak bulunuyor. Benzer şekilde bahsettiğiniz diğer parametrelerin değişimi iki sistemi de etkiler. Bizim demem sahiplenmemden ötürü değil, konuyu kolay anlatabilmek içindir. Yoksa tabi sistem bizim geliştirdiğimiz bir şey değil.
Son olarak tecrübelerden örnek vermek gerekirse, bu sistemlerde oldukça fazla çeşitte balığı birden çok nesil şeklinde üretip yaşattık. Böyle kurduğumuz üretimhaneler var ve çok verim alıyoruz. Yapmak isteyen olursa tabii ki organlar için otopsi veya başka bir yöntem bilim izleyebilir. Lakin sağlık değerlendirmesi sadece laboratuar teknikleri ile yapılmaz. Hastanelerdeki yaklaşımlardan mıdır bilmiyorum ama nedense insanlarda kan vermeden bir şey anlaşılmayacağı veya bir tetkik yaptırmadan çözümlenemeyeceği imajı doğmuş. Benzer şekilde tahlilde bir şeyi çıkmazsa hiçbir şeyi olmadığını sananlar da var. Benim nezdimde fiziki değerlendirme daha kıymetlidir. Bir hayvanın hal ve hareketlerinden, biyolojik aktifliğinden dolayı sağlıklı olduğu gözlemini ediniyor isem laboratuarda açıp sadece bilinen denklemler üzerinden hesaplamalar yapmayı gerekli görmüyorum. Günümüzde ötelenmiş olsa da, karşılaştırmalı gözlem en önemli bilimsel metoddur. İnsanoğlu bugüne kadar karşılaştırmalı gözlem sayesinde gelmiştir. Nasıl ki bugün hala sineklerin aerodinamiği çözülmeye çalışılıp uçaklar geliştiriliyorsa, zamanında yusufçuğun hareketlerinden esinlenerek helikopter yapıldıysa bu da ona benziyor.
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir
İlk iki sıradaki fotoğraf, çok yakın bir dostumun Çatalcadaki çiftliğinden cep telefonu ile çektiğim görüntülerdir. Gördüğünüz süs havuzuna 3-4 yıl kadar önce çiftliğin bahçıvanı Ahmet amca bir kaç japon balığı atmış. Süs havuzu fazla büyük değil, derinliği de toplamda olsa olsa 90cm falan ancak su yüksekliği bazen 30cm bazen 60cm kimi zamanlarda neredeyse 20cm lere düşebilmekte. Herhangi bir filtrasyon mevcut olmadığı gibi, taban toz toprak ağaçyaprağı vesair sebeplerle bir çamur tabakasıyla kaplı. Bakım sıfır hiç yok yani, dönem dönem yağmur yağmasa neredeyse havuz kuruyacak kadar ilgisiz, bazen ben gidiyorum da zaman zaman tembihleyip kuyudan kısmen su bastırıyorum. Sahibinin öyle balık vesaire ile pek işi yok yani. Bir ara havuzu temizletecekti tabi bişeyler anlatıp yaptırtmadım.
Başka örnek, şehir dışında sulak alanların çevresinde küçücük göletler oluşmaktadır, yine birçoğumuz şahit olmuşuzdur ki avcılar o göletlerden koskocaman sazan vesair balıkları yakalamaktadırlar.
Eklediğim gölet ile veya doğal şartlarla oluşan bir gölet ile akvaryumun ne farkı var. Aslında hiçbir fark yok hatta akvaryum ortamında ektra su hareketi ve extra oksijeni biz filtrelerle sağlarız.
Diğer taraftan, örneklediğim gölet çeşitleri doğal ortam kabul etsek ne diyebiliriz. Taban kısmın işlev ve öneminden Onur bey zaten bahsetti, suyun üst kısmında ne gibi bir fark var. Doğada su h2o olarak buharlaşıyor da akvaryum ortamında farklı bir şekilde mi buharlaşıyor.
Örneklenen göletlerde tek olup biten şu, su biraz h2o olarak buharlaşıyor ve tekrar h2o yağmur olarak geri dönüyor (burada da bazı incelikler var tabi, temel söylemek istediklerimizi bir anlatalım belki sonra değinilir). Tabii o kadar da basit değil. Yani denilebilirki madem bu kadar kusursuz işleyen bir durum var o zaman neden o sularda mesela bir dikus yok. İşte bu noktada incelikler ve farklılıklar önem kazanmaya başlıyor.
Birkaç önemli fark var, biri bu tür ortamlara dışarıdan bizim akvaryuma attığımız gibi nispeten yüksek miktarlarda yem girmiyor, diğer bir husus ise o ortamlarda bizim akvaryumlarımıza göre balık başına düşen su kütlesi daha fazlaca oluyor.
Kısacası su hacmini fazla tutup, balık sayısını nispeten sınırlı tuttuğumuzda ve bunlara bağlı olarak dışarıdan eklenen yem vesaire gibi organik yükü az tuttuğumuzda akvaryum ortam ile doğal ortam arasında işleyiş bakımından hiçbir fark kalmaz. Akvaryumun bizatihi kendisi doğal ortam olmuş olur ve içerisinde doğal bir işleyiş başlar. Tabi doğal işleyişin bir iş yapma kapasitesi var, bütün mesele bu kapasitenin ne kadar üzerine çıkıyoruz.
Doğal ortam iş yapma kapasitesinin ne kadar üzerine çıkılırsa her akvaryumunun işletim tarzı farklılaşır.
Mesela akvaryumcuların yaptığı gibi, 50lt akvaryuma 50 balık koyarsanız, doğal işleyiş tarzının çok üzerine çıkmışsınız demektir, o takdirde ne yapılır, hergün su değiştirilir, tabanı karıştırıp nispeten bir katkı sağlayacak bir sistemi bozsanız da bozmasanız da bir şey fark etmez, siz yeterki hergün büyük kütlelerde su değiştirin bir şekilde balıkları hayatta tutarsınız.
Doğal işleyiş kapasitesinin az bir şey üstüne çıktığınızda, akvaryuma ekleyeceğimiz yem gibi organik yükler vesaire, nispeten doğal işleyiş tarafından sorun olmaktan çıkarıldığından, haftada bir vesair gibi sürelerde su değişimi durumu kurtarabilmektedir. Bu noktada su değiştirirken, ben doğal işleyiş formunu bozacağım bunun katkısından yararlanmak istemiyorum deyip tabandaki doğal işleyişi bozmayı da tercih edebilirsiniz. Bu takdirde sadece biraz daha sık ve fazlaca su değişimi durumu kurtarır hale gelir. Hatta daha da ileri gidilerek, doğal işleyişten daha az yararlanılmak istenirse, doğal işleyişin bir kolu olan, filtrelerdeki biyolojik döngü de hergün filtre temizliği suretiyle imha edilebilinir. Bu takdirde zararlı atıkların etkilerinden kurtulabilmek için daha da fazla miktarlarda daha sık aralıklarla su değiştirilmesi yeterlidir.
Bütün bunların yanında, tamamen doğal işleyiş kapasitesi sınırları içerisinde kalarak, yani uygun hacimde çok az balık sayısı ile ve yem kullanmayarak hiç su değişimi yapmadan ve sadece buharlaşan suyu SAF SU ile takviye ederek akvaryum idame ettirebilmek de mümkündür. Doğada böyle oluyor akvaryumda neden olmasın ki.
Kısacası akvaryum ortamında kendiliğinden bir doğal işleyişi kullanmak mümkün olduğu gibi, doğal işleyişten yararlanmadan yine doğal işleyişin bir ürünü olan bir su ile, akvaryumdaki suyunuzu değiştirmek suretiyle uygulamada bulunabilmek mümkün.
Sanki arada sadece su israfı farkı varmış gibi yazmış olsam da, doğal işleyişin tam anlamıyla kullanıldığı akvaryumlar, diğerlerine nazaran her bakımdan avantajlıdır. Mesela doğal işleyiş iş yapma kapasitesine ne kadar yakın durursanız, akvaryuma o kadar az ilgi göstermeniz yeterli olur, bu kapasite kullanıldığı takdirde su değerleri bozulma süresi uzar, su değişimlerinde diğer tür akvaryumlara göre su kimyası değişim farklılaşması çok daha az olur (bu hususlar canlıları önemli derecelerde etkileyen hususlardır). Tabandaki kimyasal süreçler nedeniyle (belki bilim adamlarının tamamen izah edemediği budur, yoksa suyun içinde ne var ne yok emin olun çok iyi biliyorlar ve bize bilmemiz gerekenleri izah etmişler ileride değinecem ) eklediğiniz sudaki bir takım olumsuz parametreler çöktürülme veya benzeri süreçlerle imha edilir, buradaki kimyasal süreçler nedeniyle çeşitli ph tamponları oluşur ve stabil bir ph ınız olur, diğer taraftan biyolojik aktivite ve onun yararlı canlıları veya çeşitli mikro organizmalar tam kapasite çalışır. Zararlı organizmaların gelişimi engellenir vesaire. Bitkili akvaryumlarda ise bitki kökleri tabanda olduğundan ve tabandan beslenen bitkileriniz bulunduğunda tüm bu hususlar hızlı ve sağlıklı gelişimi için çok çok daha fazla önem arzedebilir.
Aslında tabanda olup biten hususları tam olarak bilmeye ve anlamaya gerek de yoktur. Doğada bizim akvaryumlarda baktığımız balıklar veya bitkiler nasıl sularda yaşıyor, bu suların işleyiş tarzı nedir bilirsek gerisini anlamaya bile gerek kalmamaktadır.
Tabii bu arada şuna da değinmek lazım. Doğal işleyişin bir iş yapma kapasitesi olduğunu belirtmiştim ancak bu kapasitenin ne kadar kullanılıp kullanılmadığı da önemlidir. Mesela bir ortamdaki doğal işleyiş tam kapasite kullanılıp iş yapmaya zorlanırken başka bir ortamda daha az iş yaparak görevini yerine getiriyor olabilir.
Her duruma göre de oralarda yaşayan canlılar farklılaşabilmektedir ve bu durumlara göre bizim bazen su canlılarında kullandığımız, su değerleri ve veya tuzluluğa toleransı veya balığın adapte olabilme yeteneği gibi hususlar önem kazanmaktadır.
Üstteki iki paragrafı şöyle bir örnekle toparlayayım.
Mesela bütün dünyayı sadece Sapanca gölünden ibaret olduğunu farz edelim. Bu takdirde yukarıdaki gölet örneğinde olduğu gibi biraz su buharlaşacak ve geri yağacak ve ancak bütün doğal işleyiş mekanizması suda ve suyun tabanında gerçekleşecektir. Bu gölün belli bir tuzluluğu olduğunu ve içindeki yaşam dolayısıyla doğal işleyiş iş yapma mekanizmasının tam olarak kullanıldığını farz edilim.
Bu mekanizma bir döngü oluşturmaya çalışırken, onu şuna şunu buna dönüştürürken bir sürü ürünler üretmekte (mesela diyelim metan gazı oluşuyor) ancak içindeki canlılar bu su değerlerine göre yaratılıp evrimleştiği ve bu değerleri tolere edebildiği için bu durumdan en ufak bir olumsuzluk hissetmeyeceklerdir.
Ancak örneği biraz genişletirsek, mesela bütün bir dünyayı Sapanca gölü ve karşısında bulunan bir dağ ve onun tepesindeki küçük bir gölden ibaret varsayarsak, bu takdirde süreç biraz şöyle işlemeye başlar.
Gölden kalkan su buharı dağın tepesine yağar, fazlalık su da taşarak aşağıya tekrar göle geri döner.
Bu takdirde, Sapanca gölündeki tuzlar veya organik ürünler vesire bu göldeki kalmaya devam etmekte ancak buharlaşan saf su, yukarıdaki dağın tepesindeki göle bir takım çözünmüş gazları ihmal edersek saf su h2o olarak yağacak, oradaki toprakla birleşecek mesela içine de biraz ağaç yaprağı vesaire düşecek ve çürüyecek vesair olan bir durum ortaya çıkacaktır.
Tabii dolayısıyla yukarıdaki gölün tuzluluğu, iletkenliği daha az olacak ve yağış miktarının fazlalığına göre ve bu yukarıdaki gölün içinde yaşayan canlıların miktar ve yoğunluğuna göre de, o gölün tabanında da bulunan doğal işleyiş mekanizmasına fazla iş düşmeyecektir. Çünkü devamlı surette yağan yağmur devamlı taşmakta ve su tekrar aşağı göle taşınmaktadır. Dolayısıyla bu gölün içinde yaşayan canlılar da bu göl şartlarına göre evrimleşecek, tolere yetenekleri, adapte olabilme yetenekleri çok daha farklı olacaktır.
Benzeştirme yaparsak, japon balıkları örnekteki Sapanca gölünde yaşamakta, discus gibi balıklar ise tepedeki gölde yaşamaktadırlar diyebiliriz.
Kısacası iki gölün ortak noktası ikisinde tabanında da bir doğal işleyiş mekanizmasının bulunması, ancak birinde doğal işleyiş mekanizmasının tam olarak çalıştırılmakta iken diğerinde bunun tam olarak çalıştırılmamaktadır.
Bu mekanizma çalışırken bir sürü yan ürünler üretmektedir. Bazen biz bunlara aman çok zehirli h2s ürer vesaire şeklinde bilgi olarak rastlarız. Esasen doğal işleyiş mekanizmasının yarattığı tüm ürünler yararlıdır. Bütün mesele doğal işleyiş mekanizması çalışırken, bakmak istediğimiz canlının, doğal ortamında, doğal işleyiş mekanizması ürünleri ile ne derecede haşır neşir olduğudur. Yani o işleyiş kapasitesinin ne kadarının çalıştırılıp çalıştırılmadığıdır.
Kısacası ister balık ister bitki olsun, doğal işleyişin tüm ürünlerine ihtiyaç duyar. Ancak doğal işleyiş iş yapma kapasitesi baktığınız canlının doğal ortamından fazla çalıştırılsa olumsuzluklar gözlemlenmeye başlanır. Balık, bitki veya başka bir canlı olsun durum değişmez.
İster discus tankı olsun, ister bitki akvaryumu olsun, doğal işleyiş mekanizması çalışırken veya ürünlerini kullanırken, eklediğimiz veya üreyen canlı popülasyonu yoğunluğu nedeniyle, doğal işleyiş mekanizması, o canlıların doğal ortamına göre fazla iş yapmaya zorlanır ve yan ürünler ihtiyaca göre fazlalaşır. Biz de aslında bu fazla iş yapma potansiyelini ortadan kaldırmak için su değiştiririz. Dolayısıyla mekanizma yükü azalarak diğer ürün miktarları azalır. Kısacası aslında su değiştirerek sadece akvaryumun hacmini artırmış oluruz.
Tabii burada bahsedilen tam bir döngünün isabetle kullanılması ve doğal ortamda olduğu gibi doğal işleyin tüm ürünlerinden yararlanılması hususudur. Yani bazen bahsedildiği gibi su değişiminin nitratı akvaryumdan uzaklaştırmak olduğundan bahsetmiyorum. Bu takdirde yarım bir döngü söz konusu olur, ve doğal işleyişin tüm ürünlerinden yararlanmak mümkün olmaz. Halbuki bakılan canlı doğal ortamında belli bir iş kapasitesi altında bu ürünleri kullanmakta karşılaşmakta veya yararlanmaktadır. Çok dağılacak biraz bağlamaya çalışayım.
Kısacası demiş oluyorum ki, akvaryumdaki tabanı karıştırmaz ve sadece su değiştirirsek, ancak o zaman canlıların doğal ortamını taklit etme şansımız olur. Doğal ortamı taklit ettiğimizde ise o canlının en sağlıklı şekilde yaşayacağından emin olabiliriz.
Dip çekilmezse akvaryum bulanık olur mu, olmuyor..
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir
Mesela,bizim Japon balıgı dedigimiz Çin balıkları,Goldfishler
Çok fazla dışkılar, çok fazla gaz salınımı yapar,fazla oksijene ihtiyaç duyar.
Bizdeki Çin balıgı akvaryumları çok ufak ve su degişimi de yok ve aşırı nüfus popülasyonu var. bU DA BALIGIN ZEHİRLENMESİ,KUYRUK,VÜCUT YANIKLARI,,mantar ve çeşitli hastalıkları da beraberinde getiriyor
Bunu da gözardı etmemek gerekir. Böyle bir ortamı ancak bol su degişimi, yeşil su ve yosunlu akvaryumlar,bitkili sistemler kurtarır..
***************
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir
Niyetim tartışmaları alevlendirmek yahut farklı noktalara taşımak değil ama dip çekiminin gerekliliğini savunan arkadaşlara buradan teşekkür etmek istiyorum. Ben kendim de dip çekimine karşıyım ve hobi odam henüz aktifken hiç dip çekmedim akvaryumlarımda. Şimdi işyerimde yarı bitkili bir canlı doğuran akvaryumum var ve yine dip çekmiyorum. Akvaryum hobisinde kişisel göz zevkimizden yahut estetik algısından daha önemli tutmamız gereken bir olgu bence doğadaki ekolojik dengeyi taklit etmek. Işığından filtrasyonuna, gübresinden canlı türlerine, su değerlerine kadar doğaya uygun olması gerekir. Ha peki neden mi dip çekimini savunan arkadaşlara teşekkür ettim; onlar bu konuda ısrarcı olmasalar hobide akil insan diyebileceğimiz yahut da engin tecrübelerini hepimizin bildiği siz değerli insanların engin bilgi birikimine tanıklık edemeyeceğiz. Dip çekimini birileri savundukça daha fazla bilgi paylaşılıyor ve bizler de bundan nemalanıyoruz.
Lafı kısa keseyim, dip çekimini savunan herkese sordukları sorular için, karşı tez olarak da engin bilgilerini paylaşıp aslında dip çekilmemesi gerektiğini en güzel şekilde bizlere anlatan değerli hobi dostlarına da paylaşımları için teşekkürler. Konu favorilerim arasında, merakla takip ediyorum.
İyi hobiler.
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir