Sarı Prenses ve Yavruları Hakkında Tecrübelerim
Gönderim Zamanı: 17 Kasım 2008 04:52
Bu makaleyi, yeni başlayanlar ve ilk defa yavru alacaklar için, tamamen kendi tecrübelerim ve başımdan geçenler ile yazdım. Biraz hikaye tadında, biraz da deneysel bir çalışma, umarım sıkılmadan okur ve yorumlarsınız.
Kötü tecrübe...
- Affınıza sığınarak yazıma öncelikle kötü tecrübem ile başlamayı uygun gördüm;
Bir akşam, arkadaşımın akvaryumuna kerevit bulmak için Eminönü'ne dolaşmaya gittik. O anda arkadaşım ve kardeşim aklıma girdi ve yıllar sonra tekrar akvaryum macerasına tek başıma giriş yaptım. Eski akvaryumumuzu seneler önce babamın merakı ile kurmuştuk. Canlı doğurandan gurami'ye, çöpçüden neon'a kadar her tür balık vardı. Şimdi ise "Cichlid" dedikleri bir türle karşılaşmıştık. Her ne kadar o anda bana yabancı gelse de albenili renkleri ve görünüşleri ile o anda beğenimi kazanmıştı. Akvaristlik hakkında tecrübem olmadığından o anda akvaryumcunun ticari davranışının kurbanı olduk ve 20 Lt.lik tanka 10 adet cichlid aldık. Evimize döndük ve ışık hızı ile akvaryumu hazırladık. Damacana su ile suyu doldurduk, suyun ısısını 26°C'ye sabitledikten sonra balıkları içine attık.
İlk bir hafta herhangi bir sorun yoktu. İşten geliyor, yemlemelerini yapıyor, bir kaç kez izledikten sonra gece de son yemlemelerini yapıp yatıyordum. Fakat bizim için normal geçen her günün balıklar için işkence olduğunu bilmiyordum. Birbirlerini kovalamalar, sindirmeler hep yaptıkları oyunlar gibi geliyordu. Ve sonrasında gerçek birer birer yüzümüze çarpmaya başladı. İzleyen günlerde balıklarım tek tek ölmeye başladılar. Bir yerlerde hata yaptığımı anladım ve önümdeki en büyük akvaryumcu olan internetten ölümlerin nedenini araştırmaya başladım. Standart prosedüre uygun olarak yapılan dinlenmiş su ve haftada bir su değişiminin maalesef yetersiz kaldığını ilk üç balığım öldükten sonra anladım. Balıkların ölüm sebebini çok geçmeden buldum ve kalanları kurtarmaya çalıştım, çabaladım. Maalesef son bir sarı prensesim kalana kadar bu mücadeleye devam ettim. Fakat ölen dokuz balığım bana acı bir tecrübe olarak miras kaldı. Bu arada balıkların tek tek ölme sebebi de mantar hastalığındandı.
Bu acı tecrübe ile balık beslemenin, rastgele balıkları alıp gelişigüzel bir tanka koymaktan çok öte bir kavram olduğunun farkına vardım. Araştırmalarımı derinleştirdim ve balığı beslemekten çok bakımlarına yöneldim. Bu arada son kalan erkek sarı prensesim çalışmalarıma yanıt verircesine serpildi güzelleşti. İzleyen günlerde iki adet dişi sarı prenses aldım ve yeni bir tank almak için planlarımı yapmaya başladım.
Bu kadar ufak bir akvaryumda balıkların yaşamlarına devam etmesinin mümkün olmadığına kanaat getirdiğimden, yeni ve çok büyük olmayan bir akvaryum almayı kafama koymuştum. Bu sırada akvaryum.com sayesinde akvaryum üretimi yapan bir arkadaş ile tanıştım ve sonrasında 90x40x45 ölçülerinde, şu andaki akvaryumuma geçiş yaparaktan gerçek anlamda akvaristliğe ilk adımımı atmış oldum.
Yeni tankımı kurmamı müteakip, üç sarı prensesimin yanına 5-6 adet sarı prenses daha aldım. İzleyen günlerde kardeşlerimin ne görüp beğendilerse almaları sayesinde tankta hızlı bir nüfus artışı oldu ve benden azar işittiler. Elimden geldiğince en uyumsuz türleri geri iade ettirdim.
Tankta neler oluyor!...
Bir akşam işten eve geldiğimde en büyük erkek sarı prensesimin sonradan aldığım dişiyi kovaladığını gördüm. Çiftleşme isteği belirtilerini anlamıştım. Fakat dişinin hazır olup olmadığını bilmiyordum. Hemen dişi prensesin tüpçük çıkarıp çıkarmadığını anlamak için izlemeye koyuldum ve tüpçüğün çıkmış olduğunu gördüm. Artık tüm şartlar artı yönde gelişiyordu. Uzun bir izleme süresi ve erkeğin kurları sonunda, dişi en sonunda erkeğin kumları kazarak yapmış olduğu yuvaya geldi ve çiftleşme ritüeli başladı.
Çiftleşmenin sadece bir seferlik olduğunu zannediyordum ve yanıldığımı defalarca izledikten sonra anladım. Erkek yuvaya yaklaşanları kovalıyor, dişi ise oradan ayrılmıyordu. Erkek kovalama işlemini bitirdikten sonra tekrar yuvaya dönüyor ve çiftleşmeye devam ediyordu.
Çiftleşmeden sonra sayısını tutamadığım çoğunlukta yumurta dişinin ağzında birikmişti. Öncesinde fotoğraflardan gördüğüm kareler tam olarak karşımdaydı. O andan itibaren internetten araştırmaya başladım. Yavrulara ne yapacaktım ? Yavruların bakımı nasıl olacaktı ? Hepsinden önemlisi annelerine ne yapmam gerekiyordu ?... Ve daha bir sürü soruya cevap bulmam gerekiyordu.
Ardından, bütün kaynaklardan topladığım bilgiler ışığında, kötü anılarla dolu eski 20 Lt.lik akvaryumu temizleme, düzenleme ve hazırlama aşamalarından geçirdim. Tüm işlemleri tamamladıktan sonra yeni tecrübelerim ile su ve filtre sistemini hazırladım. Birkaç günlük dinlenmiş suyu yavru tankına koydum. Sera Aquatan ile suyu hazırladım. Yararlı bakteriler konusunda ise, ana tankımdan alacağım ve aşılamada kullanacağım suyun yeterliliği şüphem vardı. Zira bakterilerin büyük bölümünün suyun içinde değil, dış filtre ve akvaryumun çeşitli yerlerinde yerleştiklerini okumuştum ve yeterli zamanım da yoktu. İşlemi hızlandırmak için Sera Nitrivec ile bakteri kültürü eklemesi yaptım. Anneyi bu akvaryuma ayıracağımdan, saklanması için delikli kütük şeklinde, çokta büyük olmayan bir aksesuar aldım. Suyu 27-28°C'ye ayarlamıştım. Bir üretim filtresi, bir de hava taşı vardı. Temizlik açısından akvaryumun dibine kum koymamıştım. Akvaryumun sahip olduğu kendi iç filtresinin de su girişine ince gözenekli, sinek perdesine benzeyen ve düğünlerde düğün şekerlerinin etrafına sardıkları bezden geçirdim. Zira yavruları aldıktan sonra hiçbir tehlike kalmamalıydı. Donanımsal olarak bütün hazırlıklar tamamdı.
İlk heyecan ve ilk tecrübe...
Suyun oturması için iki günlük bekleyişin ardından dişiyi yavru tankına aldım. Aldım diyorum fakat hiçte kolay olmadı. İlk tecrübem olduğundan çok fazla dikkatliydim. Dişiye ve yumurtalarına birşey olmaması için ışık kapatma yöntemini denedim. 30 dakikada da birşey değişmedi. Halen ışık yeni sönmüş gibi hareketli ve kaçarı idi. Sonrasında bu yöntem ile yakalayamayacağımı anladım ve ana tanktan taşları çıkardım. Geniş bir alan ile beraber tek saklanma yeri olarak mağara şeklinde bir aksesuar bıraktım. Balığı biraz elimle kovaladım ve balık mağaraya girdi. Düşüncem işe yaramıştı. Elimle mağaranın ağzını kapadım ve evdekilerden bir kap istedim. Mağara delikli olduğundan içinde suyu tutamazdı. Bu yüzden genişçe bir kabı su dışında beklettim ve hemen dişiyi mağara ile birlikte kaba aktardım. Dişi ise mağaradan çıktı ve kabın içinde kaldı. Mağarayı aldıktan sonra tekrar bir su sıcaklığı kontrolü yaptım ve termometreleri gözden geçirdim. Sıcaklıkların eşit olduğuna kanaat getirdikten sonra anneyi yavru akvaryumuna kazasız ve belasız bir şekilde almış oldum. Daha sonra yavru tankında sıcaklığı kademeli olarak 28 dereceye getirdim.
Günler geçtikçe dişinin ağzının altındaki torba şişmeye başlamıştı. Ağzının içinde dördüncü günden sonra ufak ufak siyah gözler görünmeye başlamıştı. Artık yumurtaların döllendiğinden emin olmuştum. Günler geçti ve artık yavrular gün ve gün kendilerini belli etmeye başladılar. Annelerinin ağzının ucuna kadar geldikleri oluyor, ağzın üst ve alt kısmında olan perdemsi kısımlara takılıyorlar ve tekrar annelerinin yavrularını içeri çekmesi ile geriliyorlardı. 14. gün sonunda annelerinin ağzından yavruları sık sık görmeye başladım. 17. güne geldiğimde bu hareketler halen devam etmekteydi. Başlangıçta kusturmaya karşıydım ve zorunlu haller dışında kusturmanın balığın doğasına aykırı olduğunu düşünüyordum. Ta ki 18. gün oluncaya kadar. Kusturma hakkında okuduğum makaleler ve tartışmalar ışığında balığın yavrularını kendisinin bırakmasını istiyordum. Fakat sabırsızlıkla geçen 18 günün sonunda balığın çok bitkin olduğunu gördüm. Rengi de solmuştu. Anneyi kaybetme korkusu benim için önemli bir karaı almama sebep oldu. Ve bu korku ile anneyi kusturmaya karar verdim. Bu karardan önce, sarı prensesin yavrularını kendileri salması ve tekrar ağzına alması, ara ara bu işlemi tekrarlamasını çok izlemek istiyordum. Fakat ilk tecrübem olduğundan işimi şansa bırakmak istememiştim.
20 lt.lik akvaryumda balığı çok zorlamadan ve zorlanmadan elimle yakaladım. Kusturmak için seçtiğim kap bildiğimiz 500 ml.lik dondurma kaplarından biri idi. Balığı elime aldım ve işaret parmağımın uzun tırnağı ile çenesini zarif bir şekilde araladım. Manzara izlemeye şayandı. Yavrular bir bir annelerinin ağzından dışarı fırlıyorlar, bir bir köşelere siniyorlardı. Bu işlemi her 25-30 saniyede bir tekrarladım. Anneyi yavru akvaryumuna elimle götürüyor ve bir süre hava almasının ardından tekrar kusturuyordum. Yavru sayısı otuzları bulduğunda daha var mı diyordum. Sonunda tam tamına 34 yavru çıktı. İlk tecrübe ile balıkları kusturduğum için annelerinin bunları yemesinden korktum ve annelerini ana tanka aldım. Yavruları yavru tankına koyduktan sonra zayıf düşen annenin önüne yem bırakmaya başladım. Fakat bir sorun vardı. Anne yeme gelmiyordu. Öncelikle renginin solukluğu ile bağdaştırdım. Fakat hareketleri durgun değildi. Daha sonra aklıma gelen başıma geldi. Ağzında yavru kalmıştı. İkinci bir operasyon ile balığı tekrar kusturdum ve 3 adet daha yavru aldım. Bundan sonraki yemleme çalışmalarımda annenin sağlıklı bir şekilde yemlendiğini tespit ettim.
Yavrular olmadan birkaç gün önce hazırlıklarımı yapmıştım. Hatta deneme amaçlı ufak bir artemia tecrübem bile oldu fakat her gün artemia üretmenin maliyet açısından ekstra yük getireceğini anladım. Bu yüzden mantıksal ve maliyet olarak artemia'ya en yakın besin araştırmalarımda Sera Micron ile karşılaştım. Bu yem toz yapıda olduğundan beslenmede hiçbir sorun yaratmıyordu ve ayrıca çokta iştahlı yiyorlardı. Günde beş kez yemleme yapıyor, hergün yüzde 10'luk su değişimi yapıyordum. Su değişiminde, su sıcaklığını ayarlamak için su kaynatıyor ve dinlendirdiğim suya tanktaki sıcaklığa eşit olacak şekilde ekleme yapıyordum. Yavrular, diğer yemleri ezerek vereceğimde yiyebilecekleri büyüklüğe gelmişlerdi. Bundan sonra New Life Spectrum Cichlid Formula, Nutron Biogran Small, Sera Red Parrot, Sera Granugreen ile yola devam ettim. Yemleri tamamen toz hale getirmeme gerek kalmadan biraz ezip vermeye başladım. Ayrıca yemleme vakitlerini de yavaş yavaş azaltmaya başladım.
Mutlu son...
Bu şekilde yavrulardan hiç kayıp vermedim. Herşeyi tam olarak yazdığım gibi yaptım ve 37 adet sarı prenses renklerini daha ikinci haftasında tam olarak aldılar. Diğer bir ufak sarı prensesim daha ilk yavrularını verdi. Ne yazık ki sebebini bilmediğim bir şekilde 13 yavrudan bir kayıp yaşadım. Sadece benim hatamdan kaynaklanmadığını biliyorum. Diğerleri şu anda ana tankımda dışı kadın çorabı ile kaplı standart tül bir yavrulukta. Boyları biraz daha büyüdüğü anda bu kardeşlerinin yanına gelecekler. Zannediyorum ki, bu gidişle bir tank daha almam gerekecek. Fakat bir tank daha yüzünden evde harp yaşanır mı, orası tanrıya kalmış. Yazımdaki anlattığım yavrular şu anda iki santimetre ve civarı boydalar. Kendi tecrübe ve yöntemlerim ile canavar gibi büyüyorlar. Aralarında 1-2 tane ufaklık biraz geç büyüyor fakat onların da genetiksel özelliklerinden kaynaklandığını zannediyorum. Aynen aynı ailedeki kardeşlerin aynı boyda olmaması gibi...
Önder Ezdi
Yeni akvarist
Not: Bu makalede adı geçen firmalar ve ürünlerin yayınlanması hakkında kesinlikle reklam amacı güdülmemektedir. Sadece ve sadece fikir sahibi olunması ve ürünlerin muadillerinin daha kolay bulunması açısından bu şekilde yazmayı daha uygun buldum.
sentinel 2008-11-17 04:52:55
Kötü tecrübe...
- Affınıza sığınarak yazıma öncelikle kötü tecrübem ile başlamayı uygun gördüm;
Bir akşam, arkadaşımın akvaryumuna kerevit bulmak için Eminönü'ne dolaşmaya gittik. O anda arkadaşım ve kardeşim aklıma girdi ve yıllar sonra tekrar akvaryum macerasına tek başıma giriş yaptım. Eski akvaryumumuzu seneler önce babamın merakı ile kurmuştuk. Canlı doğurandan gurami'ye, çöpçüden neon'a kadar her tür balık vardı. Şimdi ise "Cichlid" dedikleri bir türle karşılaşmıştık. Her ne kadar o anda bana yabancı gelse de albenili renkleri ve görünüşleri ile o anda beğenimi kazanmıştı. Akvaristlik hakkında tecrübem olmadığından o anda akvaryumcunun ticari davranışının kurbanı olduk ve 20 Lt.lik tanka 10 adet cichlid aldık. Evimize döndük ve ışık hızı ile akvaryumu hazırladık. Damacana su ile suyu doldurduk, suyun ısısını 26°C'ye sabitledikten sonra balıkları içine attık.
İlk bir hafta herhangi bir sorun yoktu. İşten geliyor, yemlemelerini yapıyor, bir kaç kez izledikten sonra gece de son yemlemelerini yapıp yatıyordum. Fakat bizim için normal geçen her günün balıklar için işkence olduğunu bilmiyordum. Birbirlerini kovalamalar, sindirmeler hep yaptıkları oyunlar gibi geliyordu. Ve sonrasında gerçek birer birer yüzümüze çarpmaya başladı. İzleyen günlerde balıklarım tek tek ölmeye başladılar. Bir yerlerde hata yaptığımı anladım ve önümdeki en büyük akvaryumcu olan internetten ölümlerin nedenini araştırmaya başladım. Standart prosedüre uygun olarak yapılan dinlenmiş su ve haftada bir su değişiminin maalesef yetersiz kaldığını ilk üç balığım öldükten sonra anladım. Balıkların ölüm sebebini çok geçmeden buldum ve kalanları kurtarmaya çalıştım, çabaladım. Maalesef son bir sarı prensesim kalana kadar bu mücadeleye devam ettim. Fakat ölen dokuz balığım bana acı bir tecrübe olarak miras kaldı. Bu arada balıkların tek tek ölme sebebi de mantar hastalığındandı.
Bu acı tecrübe ile balık beslemenin, rastgele balıkları alıp gelişigüzel bir tanka koymaktan çok öte bir kavram olduğunun farkına vardım. Araştırmalarımı derinleştirdim ve balığı beslemekten çok bakımlarına yöneldim. Bu arada son kalan erkek sarı prensesim çalışmalarıma yanıt verircesine serpildi güzelleşti. İzleyen günlerde iki adet dişi sarı prenses aldım ve yeni bir tank almak için planlarımı yapmaya başladım.
Bu kadar ufak bir akvaryumda balıkların yaşamlarına devam etmesinin mümkün olmadığına kanaat getirdiğimden, yeni ve çok büyük olmayan bir akvaryum almayı kafama koymuştum. Bu sırada akvaryum.com sayesinde akvaryum üretimi yapan bir arkadaş ile tanıştım ve sonrasında 90x40x45 ölçülerinde, şu andaki akvaryumuma geçiş yaparaktan gerçek anlamda akvaristliğe ilk adımımı atmış oldum.
Yeni tankımı kurmamı müteakip, üç sarı prensesimin yanına 5-6 adet sarı prenses daha aldım. İzleyen günlerde kardeşlerimin ne görüp beğendilerse almaları sayesinde tankta hızlı bir nüfus artışı oldu ve benden azar işittiler. Elimden geldiğince en uyumsuz türleri geri iade ettirdim.
Tankta neler oluyor!...
Bir akşam işten eve geldiğimde en büyük erkek sarı prensesimin sonradan aldığım dişiyi kovaladığını gördüm. Çiftleşme isteği belirtilerini anlamıştım. Fakat dişinin hazır olup olmadığını bilmiyordum. Hemen dişi prensesin tüpçük çıkarıp çıkarmadığını anlamak için izlemeye koyuldum ve tüpçüğün çıkmış olduğunu gördüm. Artık tüm şartlar artı yönde gelişiyordu. Uzun bir izleme süresi ve erkeğin kurları sonunda, dişi en sonunda erkeğin kumları kazarak yapmış olduğu yuvaya geldi ve çiftleşme ritüeli başladı.
Çiftleşmenin sadece bir seferlik olduğunu zannediyordum ve yanıldığımı defalarca izledikten sonra anladım. Erkek yuvaya yaklaşanları kovalıyor, dişi ise oradan ayrılmıyordu. Erkek kovalama işlemini bitirdikten sonra tekrar yuvaya dönüyor ve çiftleşmeye devam ediyordu.
Çiftleşmeden sonra sayısını tutamadığım çoğunlukta yumurta dişinin ağzında birikmişti. Öncesinde fotoğraflardan gördüğüm kareler tam olarak karşımdaydı. O andan itibaren internetten araştırmaya başladım. Yavrulara ne yapacaktım ? Yavruların bakımı nasıl olacaktı ? Hepsinden önemlisi annelerine ne yapmam gerekiyordu ?... Ve daha bir sürü soruya cevap bulmam gerekiyordu.
Ardından, bütün kaynaklardan topladığım bilgiler ışığında, kötü anılarla dolu eski 20 Lt.lik akvaryumu temizleme, düzenleme ve hazırlama aşamalarından geçirdim. Tüm işlemleri tamamladıktan sonra yeni tecrübelerim ile su ve filtre sistemini hazırladım. Birkaç günlük dinlenmiş suyu yavru tankına koydum. Sera Aquatan ile suyu hazırladım. Yararlı bakteriler konusunda ise, ana tankımdan alacağım ve aşılamada kullanacağım suyun yeterliliği şüphem vardı. Zira bakterilerin büyük bölümünün suyun içinde değil, dış filtre ve akvaryumun çeşitli yerlerinde yerleştiklerini okumuştum ve yeterli zamanım da yoktu. İşlemi hızlandırmak için Sera Nitrivec ile bakteri kültürü eklemesi yaptım. Anneyi bu akvaryuma ayıracağımdan, saklanması için delikli kütük şeklinde, çokta büyük olmayan bir aksesuar aldım. Suyu 27-28°C'ye ayarlamıştım. Bir üretim filtresi, bir de hava taşı vardı. Temizlik açısından akvaryumun dibine kum koymamıştım. Akvaryumun sahip olduğu kendi iç filtresinin de su girişine ince gözenekli, sinek perdesine benzeyen ve düğünlerde düğün şekerlerinin etrafına sardıkları bezden geçirdim. Zira yavruları aldıktan sonra hiçbir tehlike kalmamalıydı. Donanımsal olarak bütün hazırlıklar tamamdı.
İlk heyecan ve ilk tecrübe...
Suyun oturması için iki günlük bekleyişin ardından dişiyi yavru tankına aldım. Aldım diyorum fakat hiçte kolay olmadı. İlk tecrübem olduğundan çok fazla dikkatliydim. Dişiye ve yumurtalarına birşey olmaması için ışık kapatma yöntemini denedim. 30 dakikada da birşey değişmedi. Halen ışık yeni sönmüş gibi hareketli ve kaçarı idi. Sonrasında bu yöntem ile yakalayamayacağımı anladım ve ana tanktan taşları çıkardım. Geniş bir alan ile beraber tek saklanma yeri olarak mağara şeklinde bir aksesuar bıraktım. Balığı biraz elimle kovaladım ve balık mağaraya girdi. Düşüncem işe yaramıştı. Elimle mağaranın ağzını kapadım ve evdekilerden bir kap istedim. Mağara delikli olduğundan içinde suyu tutamazdı. Bu yüzden genişçe bir kabı su dışında beklettim ve hemen dişiyi mağara ile birlikte kaba aktardım. Dişi ise mağaradan çıktı ve kabın içinde kaldı. Mağarayı aldıktan sonra tekrar bir su sıcaklığı kontrolü yaptım ve termometreleri gözden geçirdim. Sıcaklıkların eşit olduğuna kanaat getirdikten sonra anneyi yavru akvaryumuna kazasız ve belasız bir şekilde almış oldum. Daha sonra yavru tankında sıcaklığı kademeli olarak 28 dereceye getirdim.
Günler geçtikçe dişinin ağzının altındaki torba şişmeye başlamıştı. Ağzının içinde dördüncü günden sonra ufak ufak siyah gözler görünmeye başlamıştı. Artık yumurtaların döllendiğinden emin olmuştum. Günler geçti ve artık yavrular gün ve gün kendilerini belli etmeye başladılar. Annelerinin ağzının ucuna kadar geldikleri oluyor, ağzın üst ve alt kısmında olan perdemsi kısımlara takılıyorlar ve tekrar annelerinin yavrularını içeri çekmesi ile geriliyorlardı. 14. gün sonunda annelerinin ağzından yavruları sık sık görmeye başladım. 17. güne geldiğimde bu hareketler halen devam etmekteydi. Başlangıçta kusturmaya karşıydım ve zorunlu haller dışında kusturmanın balığın doğasına aykırı olduğunu düşünüyordum. Ta ki 18. gün oluncaya kadar. Kusturma hakkında okuduğum makaleler ve tartışmalar ışığında balığın yavrularını kendisinin bırakmasını istiyordum. Fakat sabırsızlıkla geçen 18 günün sonunda balığın çok bitkin olduğunu gördüm. Rengi de solmuştu. Anneyi kaybetme korkusu benim için önemli bir karaı almama sebep oldu. Ve bu korku ile anneyi kusturmaya karar verdim. Bu karardan önce, sarı prensesin yavrularını kendileri salması ve tekrar ağzına alması, ara ara bu işlemi tekrarlamasını çok izlemek istiyordum. Fakat ilk tecrübem olduğundan işimi şansa bırakmak istememiştim.
20 lt.lik akvaryumda balığı çok zorlamadan ve zorlanmadan elimle yakaladım. Kusturmak için seçtiğim kap bildiğimiz 500 ml.lik dondurma kaplarından biri idi. Balığı elime aldım ve işaret parmağımın uzun tırnağı ile çenesini zarif bir şekilde araladım. Manzara izlemeye şayandı. Yavrular bir bir annelerinin ağzından dışarı fırlıyorlar, bir bir köşelere siniyorlardı. Bu işlemi her 25-30 saniyede bir tekrarladım. Anneyi yavru akvaryumuna elimle götürüyor ve bir süre hava almasının ardından tekrar kusturuyordum. Yavru sayısı otuzları bulduğunda daha var mı diyordum. Sonunda tam tamına 34 yavru çıktı. İlk tecrübe ile balıkları kusturduğum için annelerinin bunları yemesinden korktum ve annelerini ana tanka aldım. Yavruları yavru tankına koyduktan sonra zayıf düşen annenin önüne yem bırakmaya başladım. Fakat bir sorun vardı. Anne yeme gelmiyordu. Öncelikle renginin solukluğu ile bağdaştırdım. Fakat hareketleri durgun değildi. Daha sonra aklıma gelen başıma geldi. Ağzında yavru kalmıştı. İkinci bir operasyon ile balığı tekrar kusturdum ve 3 adet daha yavru aldım. Bundan sonraki yemleme çalışmalarımda annenin sağlıklı bir şekilde yemlendiğini tespit ettim.
Yavrular olmadan birkaç gün önce hazırlıklarımı yapmıştım. Hatta deneme amaçlı ufak bir artemia tecrübem bile oldu fakat her gün artemia üretmenin maliyet açısından ekstra yük getireceğini anladım. Bu yüzden mantıksal ve maliyet olarak artemia'ya en yakın besin araştırmalarımda Sera Micron ile karşılaştım. Bu yem toz yapıda olduğundan beslenmede hiçbir sorun yaratmıyordu ve ayrıca çokta iştahlı yiyorlardı. Günde beş kez yemleme yapıyor, hergün yüzde 10'luk su değişimi yapıyordum. Su değişiminde, su sıcaklığını ayarlamak için su kaynatıyor ve dinlendirdiğim suya tanktaki sıcaklığa eşit olacak şekilde ekleme yapıyordum. Yavrular, diğer yemleri ezerek vereceğimde yiyebilecekleri büyüklüğe gelmişlerdi. Bundan sonra New Life Spectrum Cichlid Formula, Nutron Biogran Small, Sera Red Parrot, Sera Granugreen ile yola devam ettim. Yemleri tamamen toz hale getirmeme gerek kalmadan biraz ezip vermeye başladım. Ayrıca yemleme vakitlerini de yavaş yavaş azaltmaya başladım.
Mutlu son...
Bu şekilde yavrulardan hiç kayıp vermedim. Herşeyi tam olarak yazdığım gibi yaptım ve 37 adet sarı prenses renklerini daha ikinci haftasında tam olarak aldılar. Diğer bir ufak sarı prensesim daha ilk yavrularını verdi. Ne yazık ki sebebini bilmediğim bir şekilde 13 yavrudan bir kayıp yaşadım. Sadece benim hatamdan kaynaklanmadığını biliyorum. Diğerleri şu anda ana tankımda dışı kadın çorabı ile kaplı standart tül bir yavrulukta. Boyları biraz daha büyüdüğü anda bu kardeşlerinin yanına gelecekler. Zannediyorum ki, bu gidişle bir tank daha almam gerekecek. Fakat bir tank daha yüzünden evde harp yaşanır mı, orası tanrıya kalmış. Yazımdaki anlattığım yavrular şu anda iki santimetre ve civarı boydalar. Kendi tecrübe ve yöntemlerim ile canavar gibi büyüyorlar. Aralarında 1-2 tane ufaklık biraz geç büyüyor fakat onların da genetiksel özelliklerinden kaynaklandığını zannediyorum. Aynen aynı ailedeki kardeşlerin aynı boyda olmaması gibi...
Önder Ezdi
Yeni akvarist
Not: Bu makalede adı geçen firmalar ve ürünlerin yayınlanması hakkında kesinlikle reklam amacı güdülmemektedir. Sadece ve sadece fikir sahibi olunması ve ürünlerin muadillerinin daha kolay bulunması açısından bu şekilde yazmayı daha uygun buldum.
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir
Gönderim Zamanı: 17 Kasım 2008 05:13
Önder bey öncelikle böyle bir yazıyı bizlerle paylaştığınız için size teşekkür ediyorum.Aynı duyguları inanın bende yaşamıştım şimdi yazınızı okurken o günler geldi aklıma :-) Gerçekten okunası güzel bir yazı yazmışsınız umarım bu paylaşımınız hobiye yeni başlayan tüm akvaryum severlere yardımcı olur.
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir
Gönderim Zamanı: 17 Kasım 2008 13:12
[quote=hiltizar]
Önder bey
Önder bey
Sera micronu ne kadar süre verdiniz, yada belirli bir boya geldikten sonramı bıraktınız.
[/quote]
Ağız yapılarının, ufaladığım yemleri tek hamlede yutabileceklerine kanaat getirdiğim an Sera Micron'u bırakıyorum.
[/quote]
Ağız yapılarının, ufaladığım yemleri tek hamlede yutabileceklerine kanaat getirdiğim an Sera Micron'u bırakıyorum.
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir
Gönderim Zamanı: 17 Kasım 2008 13:17
[QUOTE=sentinel][quote=hiltizar]
Önder bey
hiltizar 2008-11-17 13:17:53
Önder bey
Sera micronu ne kadar süre verdiniz, yada belirli bir boya geldikten sonramı bıraktınız.
[/quote]
Ağız yapılarının, ufaladığım yemleri tek hamlede yutabileceklerine kanaat getirdiğim an Sera Micron'u bırakıyorum.
[/QUOTE]
[/quote]
Ağız yapılarının, ufaladığım yemleri tek hamlede yutabileceklerine kanaat getirdiğim an Sera Micron'u bırakıyorum.
dişi sarıprensesim 13. gününde yavru tankım olmadığı için muhtmelen kusturup dıy yavruluğa alıcam. Bu aralar yavrularla ilgili bulduğum tüm makaleleri yazıları okuyorum, artemia dan bahsediliyo fakat o kadar zamanım yok. Sera micronu ilk sizin yazınızda okudum, bu gün başka bir yazıda da Sera micronu 5-6.günde kesileceği yazıyordu.
bilgileriniz için teşekkürler.
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir
Gönderim Zamanı: 28 Ocak 2009 13:31
Anlatış tarzınız çok hoşuma gitti.. Teşekkürler.. Bu arada nüfus artışınız size yeni akvaryum aldırmak durumunda bırakır gibi duruyor.. Umarım ev ahalisiyle anlaşabilirsiniz :P
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir
Gönderim Zamanı: 10 Mart 2009 17:03
Öncelikle anlatış tarzınıza teşekkür ederim.İkinci olarakta göstermiş olduğunuz emeğede önünüzde saygıyla eğilmek isterim.Sizi kıskanmadım desem yalan olur,bende küçüklükten beri alıp beslediğim balıklarımın büyüyüp yavru alacağım günü nasıl bekliyorum bir bilseniz.Gerçekten tebrik ederim,Saygılar
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir
Gönderim Zamanı: 12 Mart 2009 16:25
paylaşımınız için teşekkürler ancak benim bi sorum olacak sarı prensesimin ağzında yavru var 2 gündür ama başka bir tanka aldığımda anne yavruları yiyor ne yapmam gerek?
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir